Son yılların en travmatik olaylarından biri olan Erva'nın katledilmesi, Türkiye’de adalet sisteminin ve kadına yönelik şiddetin boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Genç yaşta hayatını kaybeden Erva'nın öldürülmesi, toplumsal tepkilerin artmasına ve bir dizi sosyal tartışmanın gündeme gelmesine neden oldu. Katili, korkunç eylemin ardından ne yazık ki cezasını çekmeye başladı, ancak toplumda bu durumun yetersiz olduğu düşüncesi hakim.
Erva'nın katili, genç kızı öldürdükten sonra cesedini parçalayarak saklamaya çalıştı. Bu korkunç cinayet, aile ve arkadaşları tarafından büyük bir üzüntüyle karşılandı. Olayın üzerinden geçen zaman diliminde, yapılan soruşturmalar ve yargı süreçleri, toplumda adalet arayışını yeniden ortaya çıkardı. Erva'nın ailesi, genç kızlarının hayatlarının geri gelmeyeceğini biliyorlar ama adaletin yerini bulmasını istiyorlar. Bu mahkeme sürecinde yaşananlar, birçok insanın vicdanını rahatsız etti ve toplumda infial yarattı.
Olayın detayları, yüzlerce insanı sokağa dökmeye yetti. Adalet talep eden eylemler, "Kadına şiddete hayır!" sloganları eşliğinde gerçekleşti. Bu eylemler, sadece Erva'nın katledilmesini kınamakla kalmayıp, kadınların yaşam hakkı ve güvenliği üzerine de dikkat çekti. Toplumdaki kadınların sorunlarına dikkat çekmek amacıyla bir araya gelen insan sayısı, medyanın da ilgi odağı oldu. Bu durumu takip eden sosyal medya kampanyaları, cinayetlerin önüne geçme çabası ile gündeme yerleşti.
Mahkeme sürecinin sonucunda, Erva'nın katiline verilen ceza açıklandı. Verilen cezanın, birçok kişi tarafından yetersiz bulunduğu belirtiliyor. Toplum, verilen cezanın hem Erva’nın hem de diğer kadınların hayatına ve hukukuna zarar verdiğini düşünüyor. Kadın cinayetlerine karşı duyarlılığın arttığı bu dönemde, verilen cezanın caydırıcı olmaması hususunda endişeler dile getiriliyor. Kadın hakları savunucuları, cezanın yetersiz olmasının, benzer suçları teşvik edebileceği kaygısını taşıyorlar.
Bu tür davaların toplumda daha fazla yankı bulmasının, adalet sisteminin gözden geçirilmesi gerektiğini gösterdiği aşikar. "Kadın cinayetleri politik değildir, cinayettir!” sloganıyla sokaklara dökülen kadınlar, sadece Erva’nın değil, tüm kadın cinayetlerinin durması gerektiğini talep ediyor. Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik yasal düzenlemelerin hızla gerçekleştirilmesi gerektiği vurgusu, sokağa çıkan grupların temel taleplerinden biriydi.
Erva’nın cinayeti sonrası birçok kadın, sosyal medyada yaşadıkları ayrımcılığı ve şiddeti anlatan paylaşımlar yaparak, dayanışma içinde bulundular. Toplumsal baskılara karşı duruş sergileyen bu kadınlar, adaletin peşinde koşanların sesini duyurmak için çaba sarf ettiler. Etkinlikler ve basın açıklamalarıyla, kadınların yaşam haklarının korunmasına yönelik çağrılar ve talepler, günlük hayatın bir parçası haline geldi.
Erva’nın vahşice katledilmesi, sadece bir cinayet olmanın ötesinde, toplumsal bir yaraya dönüşmüştür. Bu olayın ardından gelen tepkiler, kadına yönelik şiddetin ciddiyetini bir kez daha gözler önüne serdi. Her ne kadar mahkeme süreci tamamlanmış olsa da, bu durum adaletin yerini bulduğunu gösteriyor mu sorusunu beraberinde getiriyor.
Bir ülkenin adalet sistemi, sadece bireysel olaylara değil, tüm topluma karşı bir sorumluluk taşır. Erva’nın cinayeti, adaletin sağlanması noktasında önemli bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçti. Ancak bu tür trajedilerin önlenmesi, toplumun ortak sorumluluğudur. Kadınların güvenliği için mücadele eden grupların çabaları, cesaret ve dayanışma ile devam ediyor. Unutulmamalıdır ki, adaletin sağlanması, sadece mahkemelerin işi değil, tüm toplumun sorumluluğudur.